TARİHİN SANCAĞINI SESSİZCE TAŞIYAN ŞEHİR

Anadolu’nun orta şeridinde, Fırat Nehri’ne bakan yüksek kayalıkların kucağında saklı bir şehir: Kemah. Bugün Erzincan’a bağlı küçük bir ilçe gibi görünse de, geçmişi onun bedeninden büyük, sesi çağlar kadar uzundur.

Kemah, tarih boyunca sadece bir taşra yerleşimi değil; bir stratejik kavşak, bir idarî merkez, bir sancak şehri olmuştur. Osmanlı’nın sancak sistemi içinde yer alması bir rastlantı değil, tarihî, coğrafi ve siyasî bir zorunluluğun sonucu; ama daha da önemlisi, bir anlamın, bir kimliğin, bir aidiyetin simgesidir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun sancak teşkilatı, yalnızca idarî bir planlama değil, aynı zamanda stratejik bir zırh niteliğindeydi. Her sancak, bir sınır taşı, bir güç merkezi ve bir hafıza mekânıydı. Kemah işte bu zincirin en kuvvetli halkalarından biri oldu. Neden mi?

  • Doğu Anadolu’nun geçiş kapısıydı. Erzincan, Bayburt, Erzurum, Diyarbakır, Sivas gibi önemli merkezlere açılan yollar Kemah’tan geçerdi.

  • Fırat kıyısında bir kaleydi. Bu da demekti ki, hem savunma hem ikmal hem de haberleşme bakımından ideal bir kontrol noktasıydı.

  • Ticaret yollarının kavşağındaydı. Mal akışı, vergi toplama, denetim ve askeri lojistik için vazgeçilmez bir merkezdi.

Ama tüm bunlar Kemah’ı sadece bir “noktaya” dönüştürür. Oysa onu bir sancak şehri yapan asıl şey, onun taşıdığı ruhtu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun sancak teşkilatı, yalnızca idarî bir planlama değil, aynı zamanda stratejik bir zırh niteliğindeydi. Her sancak, bir sınır taşı, bir güç merkezi ve bir hafıza mekânıydı. Kemah işte bu zincirin en kuvvetli halkalarından biri oldu. Neden mi?

  • Doğu Anadolu’nun geçiş kapısıydı. Erzincan, Bayburt, Erzurum, Diyarbakır, Sivas gibi önemli merkezlere açılan yollar Kemah’tan geçerdi.

  • Fırat kıyısında bir kaleydi. Bu da demekti ki, hem savunma hem ikmal hem de haberleşme bakımından ideal bir kontrol noktasıydı.

  • Ticaret yollarının kavşağındaydı. Mal akışı, vergi toplama, denetim ve askeri lojistik için vazgeçilmez bir merkezdi.

Ama tüm bunlar Kemah’ı sadece bir “noktaya” dönüştürür. Oysa onu bir sancak şehri yapan asıl şey, onun taşıdığı ruhtu.

Sancak, Osmanlı teşkilatında orduya öncülük eden bayraktır. Ve Kemah, yüzyıllar boyunca yalnızca asker gönderen değil, aynı zamanda haysiyetini sancak gibi dalgalandıran bir şehir olmuştur. Onun adı, İstanbul’un saray koridorlarında zikredilmiş, Erzurum’a giden fermanlarda mühürlenmiştir.

Her sancak şehri gibi Kemah da sadece bir idari merkez değil, bir ön hattır. Ve bu ön hat, yalnızca fiziksel tehditlere değil; kültürel yozlaşmaya, tarihsel unutulmaya ve manevi kayıplara karşı da bir sur gibidir.

Bugün Kemah’ı gezen biri, onun sükûnetini bir “küçüklük” sanabilir. Oysa sessizlik, bazen çok şey anlatır. O taş sokaklarda yürürken, belki kulağınıza bir sancaktarın nefesi çalınır. Belki de gökyüzünde asılı kalmış bir Osmanlı beyinin duası…

Kemah bir sancak şehriydi, çünkü ona inançla bakıldı.

Çünkü orada gökyüzüne yükselen her ezan, birliğin sesi oldu.

Çünkü orada Fırat’a dökülen her damla, sadakatin timsaliydi.

Çünkü o topraklarda her çocuk, doğarken farkında olmadan bir sancağın gölgesine doğdu.

Bugün Kemah bir ilçe olabilir. Ama tarih, unvanla değil; ruh ile yazılır. Ve Kemah’ın ruhunda hâlâ bir sancak dalgalanır. O sancak, Osmanlı’dan bugüne taşınan bir sadakat, bir direnç ve bir milli hafızadır.

Sancak olmak, onurlu bir görevi üstlenmektir. Ve Kemah, o görevi hâlâ sessizce yerine getiriyor.

Çünkü bazı şehirler unutulmaz. Onlar, unutanlara rağmen hatırlamaya devam eder.


instagram facebook twitter

Haberdar Olun