KARTALIN KUDRETİ, ATMACANIN SADAKATİ


Anadolu’nun kalbinde, taşların sessiz bir dili vardır. Her oyuk, her kabartma, yüzyılların ötesinden bize bir hikâye fısıldar.

Bu hikâyelerden biri, bugün Sivas’ın Divriği ilçesinde, ihtişamıyla zamana meydan okuyan bir eserde saklıdır: Divriği Ulu Camii. UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan bu yapı, yalnızca mimari bir başyapıt değil; kudret, sadakat ve tevazunun taşlara işlenmiş sessiz bir manifestosudur.

1228 yılında inşa edilen bu eşsiz eser, Mengücek Beyliği’nin Divriği kolunun hükümdarı Ahmed Şah’ın adını taşır.

Ahmed Şah, yalnızca bir hükümdar değil, Anadolu’nun siyasi dengelerini taşlara nakşeden bir vizyon sahibiydi.

ugün gördüğümüz bu taşlar, onun siyaset dilini, bağlılık mesajını ve medeniyet anlayışını sessizce anlatır.




Mengücek Beyliği… Anadolu’nun Türkleşme ve İslamlaşma sürecinde önemli bir yer tutan, kökleri kahramanlığa, varlığı ise sadakate dayalı bir beylik.

Erzincan, Kemah ve Divriği… Bu topraklar, Mengüceklerin nefes aldığı, kültür ve sanatla şekillendiği, devletin taşlara mühür vurduğu kadim şehirlerdi. Beyliğin ilk merkezi Kemah’tı; sarp kayalıkların üzerine kurulu bu kale, bir beylikten çok daha fazlasını temsil ediyordu.




Daha sonra Divriği öne çıktı; yalnızca bir sancak değil, bir sanat ve medeniyet merkezi oldu. İşte o dönemde Ahmed Şah, Divriği Ulu Camii’ni yaptırarak, bu toprakların tarihini taşlara kazıdı.



Bir gün bu taş duvarların önünde durduğunuzu hayal edin. Gözleriniz, karmaşık ve zarif motifler arasında dolaşırken birden iki figür dikkatinizi çeker: Bir yanda kudretiyle göğe meydan okuyan, başı dik, görkemli bir çift başlı kartal…

Öte yanda boynu hafif eğilmiş, bir pençesi yukarı kalkık mütevazı bir atmaca… İkisi de sessiz, ikisi de yan yana… İçinizden bir soru yükselir: Neden bu iki kuş burada, neden bu şekilde betimlenmiş?


 

Çift başlı kartal, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kudretini simgeler. İki başı doğuya ve batıya bakar; bu, hem hâkimiyetin genişliğini hem de devletin ideallerini temsil eder.

Kartal yalnızca bir kuş değil, bir medeniyetin kudretini ve özgüvenini taşıyan bir semboldür. Başı diktir; otoritenin, düzenin ve sonsuz ideallerin simgesi olarak taşlara işlenmiştir.

Hemen yanındaki atmaca ise farklı bir dil konuşur. Bu figür, Mengücek Beyliği’nin sembolüdür. Ama dikkat edin, boynu eğik ve bir pençesi yukarı kalkık… Bu, tevazunun ve sadakatin sembolüdür. Atmaca, kartalın ihtişamı karşısında meydan okumaz; aksine bağlılığını gösterir.




Adeta şöyle der: “Ben buradayım, ama Selçuklu’nun gölgesindeyim. Kudretle değil, sadakatle büyürüm.” Neden bir pençesi havadadır? Bu, hem teslimiyeti hem de hazır olmayı simgeler. Bir yandan itaatkâr, bir yandan da dirayetini koruyan bir duruştur bu. Küçük bir beylik olarak, Anadolu’nun büyük oyununda var olabilmenin incelikle ifade edilmiş sembolüdür.

Ahmed Şah, bu iki figürü yan yana koyarak bir manifesto yazmıştır.

“Kudret ve tevazu, güç ve sadakat yan yana var olabilir” dercesine… Bu yan yana geliş, yalnızca bir mimari detay değil; Anadolu’nun siyasetini, dengelerini ve ruhunu anlatan taşlara kazınmış bir hikâyedir.

Bugün Divriği Ulu Camii’nin taşları arasında gezerken bu hikâyeyi hissedersiniz.




Anadolu’nun tarih kokan şehirleri, Kemah ve Divriği, yalnızca geçmişi değil; sadakatin, birliğin ve kültürel derinliğin izlerini taşır. Sekiz asır önce taşlara kazınan bu iki kuş, hâlâ konuşur ve bize şunu söyler:

“Güç tek başına yetmez. Sadakat ve uyum olmadan hiçbir medeniyet kök salamaz. Birlik, varlığın şifresidir.”

O an, belki içinizde bir yankı duyarsınız:

Birlikten doğan kudretin hikâyesi bu…



instagram facebook twitter

Haberdar Olun